16 Temmuz 2015 Perşembe

Cahit Zarifoğlu'nun Yaşamak’ı

"Ne çok acı var" ile başlayıp, Zarifoğlu'nun iç dünyasını biraz daha yakından tanımamıza fırsat veren hatıralarından oluşan kitap. Şair, edebiyatçı vesaire evet ama hepsinden önce Müslüman bir adama ait notlar.

Her ne kadar “Niye yazıyorum acaba bunları” sorusuna verdiği cevap “İçimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi farkedince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım. Eşyayı kaldırınca kımıldamadan durduklarını görürsünüz. Söylediklerim bir defterin yaprakları arasına kıvrılmıştır. Sayfaları açtıkça onları göreceğimi sanıyorum ama, anlıyorum ki asıl söylediğim şeylerdir altına gizlendiğim. Farkedilmesinden korktuklarımı kapadığım eşyalar oluyor anlattıklarım.” olsa da, o kapadığı eşyalar bile kendisine yakın hissettirmek için yetiyor insana.

Klasik hatıra/günlük türünden biraz daha farklı olarak bu notları bizimle paylaşarak, hatta bize seslenerek bir nevi yol göstericilik de üstleniyor aslında Zarifoğlu.
“Şöyle söyleyeyim: Hareketlerinize dönün. Onları gözleyin. Güzelleştirin ve göreceksiniz onlara içinizden biçeceğiniz değerler, dengeler sizin içinizle dışınızla birlikte güzelleştirecektir.”

“İçinizde ve elinizde karşılığı bile bulunduğuna bakmadan yaparak yaşayın inandıklarınızı. Başkalarına söylemeden, başkalarına söyleyerek, entelektüelce zevkini tatmayı bir yana bırakarak yapın inandıklarınızı. Sözleriniz değil, ama güneş doğmamışken, gecenin sabaha karşıki besleyici karanlığında sizi mescide giderken görmek inandırır beni.”

Bizim neslin en büyük eksikliği olan büyüklerin dizlerinin dibinde sohbete katılmanın ne demek olduğunu da Necip Fazıl ve Fethi Gemuhluoğlu’ndan bahsettiği bölümlerde sık sık vurguluyor. Bu iki isme duyduğu saygı ve yakınlık bambaşka.

Necip Fazıl’dan bahsettiği bir bölümden:
“Necip Fazıl'ı onbeş-yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.”

“Tek başına adeta bir okul” dediği Fethi Gemuhluoğlu ile ilgili bölümden:
“İki üç saat süren sohbetlerinden sonra, gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın üzerine koyduğu sorumluluğumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuşsak, kısa süre sonra o mahallenin bakkalı manavı terazi hakkını korumaya başlıyor muydu başlamıyor muydu? Bir yere memur olmuşsak, o memuriyetin ehli miydik değil miydik, mesai arkadaşlarımız bir süre sonra dillerinden küfürleri bırakıyor, kadın içki kumar kelimelerini yanımızda ağızlarına almaya korkuyorlar mıydı korkmuyorlar mıydı?... Bunlardı mesele. Girdikleri her yerde, ahlaksızlığı, çürümeyi, yabancılaşmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları, bu şahsiyet noktasına getirebilecek yegane unsur olan islamın, bizden uzak, yaşamadığımız, kabuğun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüzde boşaltıyor. İçimizin bilmediğimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, bir kaç gün çöllere düşmüş gibi yalnızlık çekiyorduk.”

Hatıralar genel olarak Sarıkamış, Maraş, Ankara, İstanbul ve interraildeyken gezdiği bazı şehirlerdeyken yazılmış. Yukarıdaki alıntılara ek olarak, babasının yazdığı mektuplar, evlerinde yaşayan annesinin teyzesi Duran Hatun, Ankara günlerindeyken ismi geçen Süleyman Dede, ve İsmet Özel ile tanışmaları kitabı okuduktan sonra da akılda kalan diğer kısımlar.

Alıntılar: Yaşamak, Cahit Zarifoğlu, Beyan Yayınları (13. Baskı)