10 Şubat 2013 Pazar

Bilginin anlamli hale gelmesi

"(...) Bilgi, yığma malumat seviyesinde kaldigi takdirde insani yormaktan başka işe yaramaz. Bilginin insan icin anlamli hale gelmesi ancak o bilginin yaşama meselesi olarak o insanla baglantili hale gelmesiyle mumkun olur. Yani bir bilgiye sahip olan kisi o bilgi ile hayatinin akışına yön vermeyi basarmissa, dunyasini o bilgiyle kurtarabilmisse o insan tasidigi bilgiyi ozumsemis sayilir. Aksi halde tasidigi bilgi o insan icin sadece yük sayilir. Bilginin insan icin anlamli olmasi, daha dogrusu gercekten bilgi sozune layik olabilmesi ancak ogrenildigi zaman kazanc saglayan ve fakat ogrenilmedigi yahut kaybedildigi zaman insani kayba ugratan ozellikte olmalidir. Sahip olundugu zaman fayda getirmeyen ve elden gidince insani zarara ugratmayan bilgi deger sahibi olmaz."

Surat Asmak Hakkımız / Ismet Özel, s. 56-57

5 Şubat 2013 Salı

Mensubiyet

"Düşünce ile duygunun, akılla gönlün, zevkle sorumluluğun, istekle mecburiyetin birleştiği bir alan mı arıyorsunuz? Belki de aramıyorsunuz. Böyle bir arayış içinde olmadığınız için sürekli olarak şartlardan şikayet ediyorsunuz. Bir şeyler düşünüyor, sonunda düşündüklerinizin duygularınızla eşgüdüm halinde bulunmadığını farkediyorsunuz. Aklınız bir yerde, ama gönlünüz başka bir yerde. Sorumluluğunu hissederek yaptığınız işlerden zevk almıyorsunuz. Zevkinden bir türlü vazgeçemediğiniz şeylere dalma fırsatı karşınıza çıktığında ise içinize bir türlü suçluluk duygusu musallat oluyor. Mecburen yaptıklarınız, isteyerek yaptıklarınız değil. Yapmak istediklerinize mecbur olmadığınızı kabullenerek yaşıyorsunuz. Neden böyle? Neden siz durmaksızın şartların elverişli olmadığından dem vuruyorsunuz? Çünkü siz modern bir insansınız ve her modern insan gibi mensub olduğunuz yerden kopartılıp alındınız. Bu kadarla kalmadı mensub olmanız gereken yer de tahrip edildi. Daha da korkunç bir şey oldu: Mensubiyet bağı kurmak için gerek duyacağınız üyeleriniz yok edildi."

Ve'l-Asr / İsmet Özel, s. 16-17


1 Şubat 2013 Cuma

Huzur ( 2 )

Nuran ve Mümtaz Sümbül Efendi'nin türbesini gezerlerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:

"-Nasıl bir adamdı bu?
-Bunların hepsi manevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş insanlardı. Onun için şahsiyetlerini ölümden ötede bile kabul ettirdiler. Sümbül Sinan öbürlerinden biraz daha başkadır. Evvelâ büyük bir âlimdi. Sonra da şakacı ve hazır cevaptı.

Bir müddet durdu, sonra gülerek ilâve etti:

-Hepsinin bir yığın ince tarafı vardır. Burada yatan adamın, bilir misin Sümbül lakabı nereden gelir? Sarığına mevsiminde sümbül takarmış. İstanbul mevsimlerini sevebilecek kadar bize yakın.

-Ya Merkez Efendi? O nasıldı?
-O büsbütün başka türlü idi. Hatta en muzır hayvanlara bile fenalık edemezdi. Kediyi çok sevdiği hâlde, "Komşumuz fareleri ızrar eder." diye evinde kedi bulundurmamış. Sen bir ruh saltanatının kolay kolay kurulacağına inanır mısın?

Nuran düşünüyordu: "Acaba şimdi böyle adamlar var mı?"

-Ne kurtarıcı düşüncenin, ne de ermenin kapısı kapanmayacağına, Allah'a giden yollar daima açık olduğuna göre, olması lâzım."

Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar, s.203.