"Ne çok acı var" ile başlayıp, Zarifoğlu'nun iç dünyasını biraz
daha yakından tanımamıza fırsat veren hatıralarından oluşan kitap. Şair,
edebiyatçı vesaire evet ama hepsinden önce Müslüman bir adama ait notlar.
Her ne kadar “Niye yazıyorum
acaba bunları” sorusuna verdiği cevap “İçimiz bir dolap değil ki açıp
bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi farkedince eşyaların
arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım. Eşyayı kaldırınca
kımıldamadan durduklarını görürsünüz. Söylediklerim bir defterin yaprakları
arasına kıvrılmıştır. Sayfaları açtıkça onları göreceğimi sanıyorum ama,
anlıyorum ki asıl söylediğim şeylerdir altına gizlendiğim. Farkedilmesinden korktuklarımı
kapadığım eşyalar oluyor anlattıklarım.” olsa da, o kapadığı eşyalar bile
kendisine yakın hissettirmek için yetiyor insana.
Klasik hatıra/günlük türünden
biraz daha farklı olarak bu notları bizimle paylaşarak, hatta bize seslenerek
bir nevi yol göstericilik de üstleniyor aslında Zarifoğlu.
“Şöyle söyleyeyim:
Hareketlerinize dönün. Onları gözleyin. Güzelleştirin ve göreceksiniz onlara
içinizden biçeceğiniz değerler, dengeler sizin içinizle dışınızla birlikte
güzelleştirecektir.”
“İçinizde ve elinizde karşılığı
bile bulunduğuna bakmadan yaparak yaşayın inandıklarınızı. Başkalarına
söylemeden, başkalarına söyleyerek, entelektüelce zevkini tatmayı bir yana
bırakarak yapın inandıklarınızı. Sözleriniz değil, ama güneş doğmamışken, gecenin
sabaha karşıki besleyici karanlığında sizi mescide giderken görmek inandırır
beni.”
Bizim neslin en büyük eksikliği
olan büyüklerin dizlerinin dibinde sohbete katılmanın ne demek olduğunu da
Necip Fazıl ve Fethi Gemuhluoğlu’ndan bahsettiği bölümlerde sık sık
vurguluyor. Bu iki isme duyduğu saygı ve yakınlık bambaşka.
Necip Fazıl’dan bahsettiği bir
bölümden:
“Necip Fazıl'ı onbeş-yirmi dakika
dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin
anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini
anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.”
“Tek başına adeta bir okul” dediği
Fethi Gemuhluoğlu ile ilgili bölümden:
“İki üç saat süren sohbetlerinden
sonra, gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın
üzerine koyduğu sorumluluğumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde
evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuşsak, kısa süre sonra o
mahallenin bakkalı manavı terazi hakkını korumaya başlıyor muydu başlamıyor
muydu? Bir yere memur olmuşsak, o memuriyetin ehli miydik değil miydik, mesai
arkadaşlarımız bir süre sonra dillerinden küfürleri bırakıyor, kadın içki kumar
kelimelerini yanımızda ağızlarına almaya korkuyorlar mıydı korkmuyorlar
mıydı?... Bunlardı mesele. Girdikleri her yerde, ahlaksızlığı, çürümeyi,
yabancılaşmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları, bu şahsiyet
noktasına getirebilecek yegane unsur olan islamın, bizden uzak, yaşamadığımız,
kabuğun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüzde
boşaltıyor. İçimizin bilmediğimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, bir kaç
gün çöllere düşmüş gibi yalnızlık çekiyorduk.”
Hatıralar genel olarak Sarıkamış,
Maraş, Ankara, İstanbul ve interraildeyken gezdiği bazı şehirlerdeyken yazılmış.
Yukarıdaki alıntılara ek olarak, babasının yazdığı mektuplar, evlerinde yaşayan
annesinin teyzesi Duran Hatun, Ankara günlerindeyken ismi geçen Süleyman Dede, ve İsmet Özel ile tanışmaları kitabı
okuduktan sonra da akılda kalan diğer kısımlar.
Alıntılar: Yaşamak, Cahit Zarifoğlu, Beyan Yayınları (13. Baskı)