17 Eylül 2012 Pazartesi

zeyrek'te bir evliya

Zeyrek'teki bu evliya, Mehmed Emin Tokadi Hazretleri. Naksi seyhi olup, istanbul'un 3 buyuk evliyasi arasinda oldugu soyleniyor. Kucuk bir google taramasiyla kendisi hakkinda biyografik bilgiye ulasmak mumkun.

Mehmed Emin Tokadi Hz., talebelerinden birine yazdığı bir mektupta soyle diyor:

"Bu âleme niçin gelindiğini, asıl maksadın Allahü teâlâya kulluk olduğunu bilmelidir. Can bedende iken mârifetullahı isteyip, dünyâ ve âhiret seâdetine mazhar olmalıdır.

Dünyâ dostu, mal dostu, güzellik dostu ve diğer şeylerin dostu çoktur. Allah dostu, İksir-i âzam (her derde devâ) gibi nâdir bulunan çok kıymetli bir şeydir.

Bir nefesde iki nîmet vardır. Bunun için her nefese iki şükür lâzımdır. Yirmi dört saatte, her saate bin nefes ve her nefese iki şükür olmak üzere kırk sekiz bin şükür olur. Bir insan bütün işlerini bıraksa, şükür şükür diyerek Allahü teâlâya hamd ve şükretse yine şükrün hakkını edâ edemez. Mâlûm oldu ki, Allahü teâlâya şükrün binde birini edâ edemez."*


Ancak nasibi olanlar gelip bulsun, dua etsinler!

Belki de farkinda olmadan yanindan, cevresinden defalarca gectigimiz Mehmed Emin Tokadi Hz.'nin kabrinin hemen girisindeki levhada yazan yazinin bi kismi da soyle:

"O evliyalar bahçesinin her yaprağında ayrı güzellikler bulunan yüz yapraklı gülüdür. O hidayet yolunun rehberi, o evliyaların hocasıdır. İstanbul'da Ashab-ı Kiram'dan sonra medfun bulunan üç büyük evliyadan biridir. 1664 senesinde Tokat'ta doğmuş ve 83 yaşındayken 1745 yilinda İstanbul'da vefat etmiştir.

Mekke'de İmam-ı Rabbani Hz.'nin oğlunun talebesine (Ahmet Yekdes Cüryani Hz.) talebe olmuştur. 3 sene sonunda hocası artık İstanbul'a gitmesini istemiştir. Kendisinden son bir arzusunun olup olmadığını sormuştur. Mehmet Emin Tokadi Hz. de hocasından dua istemiştir:

"Benim vefatımdan sonra kabrime gelip bir fatiha okuyanın vücudu cehennem ateşinde yanmasın."

Bu istek karsisinda hocası kendisine şunları söyledi :" Vasiyet et ki vefatından sonra kabrini kolay bulunacak bir yere yapmasınlar. Virane bir yere defnetsinler. Kimse bilmesin. Ancak, nasibi olanlar gelip bulsun, dua etsinler." "


P.S. Mehmed Emin Tokadi Hazretleri'nin kabri, Fatih'te Kadinlar Pazari'ndan Unkapani'na dogru giderken Zeyrek yokusundan inince hemen oradaki tepede. Unkapani'ndan Zeyrek'e dogru cikarken de yolun saginda kaliyor.


* http://www.yahyaefendi.com/default.aspx?durum=incele&id=644

14 Eylül 2012 Cuma

sizler gibi olacaksam..

"...Hz. Bayazıd-ı Bestami zamanında, bir Mecusiye, yani ateşe tapan zata demişler ki, "Ne kadar zaman böyle yaşayacaksın, gel Müslüman ol, şehadet getir..." O da demiş ki; "Ben şehadet getirdiğim zaman, sizler gibi mi olacağım, yoksa Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim? Yani ben bir kere şehadet ettiğimde, hemen Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim?" deyince, demişler ki; " Hayır, olmaz, sen imana gelirsin ama, Beyazıd-ı Bestami Hz. çok büyük bir zattır, o fevkalade bir zattır, bizim ulumuzdur." Bunun üzerine; "Sizler gibi olacaksam, aynı kalmaya razıyım" demiş Mecusi…" 

11 Eylül 2012 Salı

teslimiyet

"Bir farklılığı inatla ve sabırla belirtmeli. Bizim kendi aklımıza dayanarak gösterdiğimiz çaba sonucunda vardığımız sonuçların anlam bakımından Vahy'in bize verdiği anlamlardan birine yakın olması büyük bir önem taşımaz. Önemli olan bizim anlamı doğrudan doğruya kaynağından edinmemizdir. Çünkü teslimiyet fikri bir mutabakat değil, Yaradan'ın iradesine kendini bırakmaktır. Öyleyse hangi parlaklıkta olursa olsun şahsi düşünceler hayatın anlamı konusunda bizi donatmakta aciz kalacaklar." 

10 Eylül 2012 Pazartesi

gerçek sözler


"İnsanlar müşterek tecrübeleri taşıdıkları için birbirlerinin ne dediklerini anlayabilirler. Bu yüzden iyi anlaşmak için araçların mükemmelliği söz konusu değildir, gerekli olan anlaşmaya niyetli insanların ne ölçüde anlaşmak istediklerinden ibaret sayılır. Anlaşmak isteyen insanlar kendilerini bir diğerlerine "açarlar". Kendilerinde bulunan şeyi karşılarındakinde bulmak üzere anlaşmaya girişirler. Eğer insanlar arasında anlaşmazlık varsa iki taraftan birinin kendini kapalı tutması yüzündendir bu. Şahsi tecrübesini bir diğerine açmayan kişi karşısındakini "başka" görüyor ve nihayet onu düşman sayıyor demektir.

Eğer dil denilen araç sadece dışta kalan unsurları nakletmeye müsait ise insanlar dil vasıtasıyla sahici bir anlaşmaya ulaşamıyorlar demektir. Buna rağmen birbirini anlayan, birbiriyle anlaşan insanların bulunması nasıl açıklanabilir? Diyebiliriz ki anlaşma her zaman "sessiz"dir. Gerçek sözler, söylenmemiş sözlerdir. İnsanlar kendi dışlarında bazı işaretler sunarlar, bu işaretleri alabilenler yani o işareti veren kişi ile müşterek bir tecrübe sahibi olanlar onun ne demek istediğini anlar. Tecrübe ise bizim ruhumuza ait bir değerdir. Dış dünyada tekabül ettiği hiçbir karşılığı yoktur. Biz onu dil vasıtasıyla ne kadar anlatmaya çalışırsak o kadar onun anlamından uzaklaşırız, çünkü ruhumuzda yer tutan değerlere hangi ismi verirsek verelim, o isim sahip olduğumuz değerin yerini tutmayacaktır. Bu yüzden bir insan diğerine çok şey anlatmak istese bile, "sana söyleyeceğim hiçbir söz yok" diyebilir." 

Bakanlar ve Görenler / İsmet Özel, s. 14-15

5 Eylül 2012 Çarşamba

neslihan'dan:

"tutunamıyoruz galiba layticim, havada askıda kalmış gibiyiz, öyle bir boşluktayız. etrafımızdan akıp giden hayatta sıkıca tutmak istediğimiz bir şey yok sanki"

incelik..

Ebu Cehil'in oğlu müslüman olduğunda, Peygamber (s.a.v.):

"Ebu Cehil'in oğlu İkrime mü'min olarak aranıza geliyor. Bu nedenle babasını yermeyin. Çünkü ölüyü yermek diriyi incitir. Ve ölüye ulaşmaz."


Hz. Aise

"...Aise (r.a)'in duygulari hemen yuzunden ve konusmasindan belli olurdu. Bir keresinde Peygamber (s.a.v) ona: 'Ey Aise, bana kizgin oldugun zamani da benden razi oldugun zamani da biliyorum' dedi. Aise (r.a.): 'Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan, bunu nasil anliyorsun?' diye sordu. Peygamber (s.a.v) de soyle dedi: 'Benden hosnut oldugun zaman yemin ettiginde: 'Muhammed'in Rabbine yemin olsun ki hayir' diyorsun. Kizgin oldugunda ise: 'Ibrahim'in Rabbine yemin olsun ki hayir' diyorsun... "

Hz. Muhammed'in Hayati / Martin Lings, s. 306.