31 Ocak 2013 Perşembe

Huzur ( 1 )

İhsan, Suat'a:

"(...) Mesele, okuduklarımızın bizi bir yere götürmemesinde. Kendimizi okuduğumuz zaman hayatın hâşiyesinde dolaştığımızı biliyoruz. Garplı, bizi, ancak dünya vatandaşı olduğumuzu hatırladığımız zaman tatmin ediyor. Hülasa, çoğumuz seyahat eder gibi, benliğimizden kaçar gibi okuyoruz. Mesele burada. Halbuki kendimize mahsus yeni bir hayat şekli yaratmak devrindeyiz..."

Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar, s.97-98

A'mâk-ı Hayâl'den ( 1 )


"(...) İstersen konuşalım. Yalnız sözden ne çıkar! Kimbilir şimdiye kadar kaç hayvan yükü kitap okudun. Ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanların bilgisi nedir? Bencillik ve zevklerinin ihtiyacı olan san'atlara ait şeylerdir. Lakin hak ve hakikata dair ne bilirler? Hiç! Akla ait denklem ile hakkı itiraf mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harf dizisi ile felsefenin esası bilinir mi?"

A'mâk-ı Hayâl / Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, S. 30

28 Ocak 2013 Pazartesi

Serbest Mâi / Zeynep Arkan

Gelsin 72 millet aynı bahçede toplaşalım 72 illetle
Tanışmadan sırt sırta vererek bir kuyrukta sabahın ayazında
Baş başa kaldık mı tomografi çekilelim bugünün hatırasına
İsteyen çeyizine koyar boy boy asetatlar çerçevesiz
İsteyen camdan atsın hastaneler temiz kalsın
Sen gel de içime bak, bak yine temiz çıktı!

“Doktor bey nedir acaba batındaki o çıkıntı?”
-Bu bir serbest mâi, hayatınızın merkezi
Siz de bir dünyasınız, üçte ikiniz suyla vaki…

Al onu aşk koy adını ya da küfürü bas
Kapkara bir isyanı savur, gökler feleğini şaşsın
Bekle ki gelsin bembeyaz elbiseyle Şifa Hatun
Öleceksin şimdi değilse bile belki yarın
O halde korkman boşa ertele ve unutmaya çabala
İçinde aksın tüm dünyanın ırmağı, sen kurumayı bekle
Lakin sakın bekleme kesildi artık o nida
Gelip aşk kurtardı mı seni, hangi şair o meşhur merakıyla
Kim kim kim sardı seni “yorulmadım” diyerek
Gizlice ağladın, seslice güldün ne değişir
Bağır çağır yine serbest değilsin içindeki su kadar.
Toplanmış başına bir dünya, acımaklar derdine
“Ölüm bizim için ama seni alsın mümkünse”
Bu bakışlar silinsin, içerde bir serbestlik düşüyor ve düşüyor
Büyüyor içerde kaldıkça su, haykır sesin büyüsün
Seni korkutacaklar ve sonra göreceksin
Görmesen bile düşün, kendi şansını kullan
Yürüyemez, oturamaz ve uyuyamazsın
Hamile de değilsin, hiçbir kuzuyu bir oturuşta…
Yemedin ama huzursuzluğun tam bir litre
İçmedin hiç karnını doldurarak bir şarabı bir dikişte.

Sağa dönsen sağda, sola dönsen keza
Hele bir yürü de gör, gel de dik dur bakalım
Uyudun mu sıçramadan bir gece
İçinden çıkmak istemeyen bir şeyle
Ama ne sana ait ne de geleceğine.

Yaşamak bu korkuyla, bu aşkla bitecek ve senin
Sonun olmayacak bu serbestlik bu mâi
Gül geç, sıhhatin gafletiyle geçen ömürdür zayi. 

(Hece, Eylül 2011)

13 Ocak 2013 Pazar

Biz ne isek ortaya cikan yapi da o


Bugun Koprulu Mehmet Pasa Medresesi'nde "Istanbul uzerinden bir medeniyet tahlili" baslikli konusmasiyla Sadettin Okten'i dinleme firsati buldum. Malum, hafiza-i beser nisyan ile malul, bu yuzden ben aklimda kalanlari (aldigim kucuk notlardan da faydalanarak) buraya not dusmek istedim.

Sadettin Hoca, medeniyet tasavvuruyla basladigi konusmasini, Grek Istanbulunu (330 oncesi), Roma Istanbulunu (330-1453), Osmanli Istanbulunu (1453-1839), ve bugunku Istanbul'u (1839-2013) sehirlerin bicimsel yonlerini ve medeniyet algilarini ele alarak anlatti.

Oncelikle medeniyet tasavurrunun ya vahye (yani din) ya da akla (yani felsefi yaklasimlar) dayandigindan bahsetti. Ve aslinda butun eylemlerimizin medeniyet tasavurrumuza gore sekillendiginden de. Zaman, mekan ve esyadan ortaya cikan maddi seylerde degerler butunu oldugu icin biz ne isek ortaya cikan yapinin da o oldugunu ve hakli olarak bu yuzden hic sikayet etmeye hakkimiz olmadigini soyledi. Yapilarin aslinda birer simge olusu ve bu yapilarin nispetli ya da nispetsiz olusunun gercekten muhim olusuna degindi. (Kompozisyon eger icimizdeki dunyayla uyusuyorsa buna nispetli, uyusmuyorsa da nispetsiz deniliyormus.)

Atik Valide kulliyesi ornegi gercekten etkileyiciydi. Dedigine gore, eski mimarlar, muhendisler malzemeye hurmet ederlermis, malzemenin de zikrettigine inanip, malzemenin tasiyabileceginden fazlasini yuklemezlermis. Atik Valide Kulliyesi'ne simdiki mimarlar girse "burasi en az 2-3 katli olsun ki daha cok ogrenci alsin, altinda da otopark olsun" derler, ilim merkezi degil, islevsellik ugruna afakanlarin bastigi bi yer olurdu dedi. Simgesellik  vs. islevsellik burada devreye giriyor, kulturel yonu olan butun buyuk metropollerde ki sonradan kurulan maket sehir olan Newyork bile buna dahil, simgeselligin olmasi gerektigi gibi islevselligin onunde oldugunu vurguladi.

 ............

Ve Istanbul..  

Roma 2. asirda Istanbul'a geldigi zaman sehre fazla dokunmuyor, kendi medeniyetinde var olan hipodrom ve forumlari kuruyor. Roma imp. rasyonel bir medeniyet tasavvuruna sahip, geometriye cok onem veriyor, perspektifi cok seviyor. Buna ek olarak antik kulturlerde meydanlar cok onemli oldugu icin Roma'da da gecerli bu. Buralar halkin egitildigi yerler oldugu gibi, devlet kendi gucunu, ihtisamini gostermek icin de meydanlari kullaniyor ve bunlari halka empoze ediyor. 

6. yy.da buyuk Justinyen Ayasofya'yi insa ettiriyor. Artik 3 ayak var; dikili taslar, Ayasofya ve krallarin saraylari. Bizans'a dogru gecerken farkli kilise modelleri ortaya cikiyor, ve sehrin icinde 400 000'e (sayiyi sallamis olabilirim) yakin manastir var. Ciddi mistik bir ortodoks sehrinden bahsediyoruz.

11. yy.da artik durum kotulesmeye basliyor ve buyuk saraya pek bakamiyorlar, ama Ayasofya'ya her zaman bakiliyor. Bir tercih soz konusu imparator kendi sarayi yerine Ayasofya'ya onem veriyor. Yani Osmanli'dan once bir Hristiyan medeniyeti var.

Sehir dokusuna bakinca ana yollar duz ve genis, arka sokaklar ise girift, daracik, mahzenler var. Yollarin iki tarafinda 2-3 katli, pencerelerinde demirler olan evler var. (Eski sehri korumayi basardiklari icin Italya'da hala boyle sokaklar varmis)

Osmanli'ya gelince yani 1453'e..

Osmanli'nin amaci, halkin muslumanligi, islami kolayca yasayabilecegi bir sehir insa etmek. Sehir kurulurken, Istanbul'a yani bugunku adiyla tarihi yarimada'ya 10 tane kulliye yapiliyor, bunlar Roma'daki forumlarin oldugu yerlere yapiliyor, kalkip Halic kenarina yapmiyorlar kulliyeleri, birebir tekabul var, yani yine simge onemli. Osmanli her zaman Ayasofya'yi kendine emanet edilen bir deger olarak goruyor ve onu koruyor.

Osmanli'da mahalle dokusu, sehir dokusu degisiyor. O zamanlarda mahallelerde saygi duyulan buyukler var, bu da peygamber zamani ornek alindigi icin, peygamber var, sahabe var, tabiun var. Islamiyette ticarete cok vurgu yapildigi icin Bizans ve Roma'da olmayan kapalicarsi Osmanli'da karsimiza cikiyor. Sehirlerin olmazsa olmazlari; kapali carsi ve Ulu Cami (Cuma camii de deniliyor). Mahallelerin olmazsa olmazlari ise bir kucuk mescid, tekke, hayrat cesme ve bir cinar agaci. Cinar agaci Osmanli medeniyet tasavvurunda cok onemli. Cinar agacini merkezine alarak bunun etrafinda mahalleler kuruluyor.

Osmanli'da tanzimata kadar, siyasal erk - Topkapi Sarayi, dini erk - Ayasofya veya Suleymaniye, ve kapali carsi medeniyet tasavvurundaki kilit noktalar.


Tanzimattan sonra ise sehrin kullanim gayesi degisiyor, cunku artik amac bati'ya benzemek, dolayisiyla Avrupa sehirlerine benzeyen sehirler kurmak. Devlet ricali hayati akilla aciklayabilirim, rasyonel bir sehir kurabilirim diyor. Boylece cikmaz sokaklar kaldiriliyor, anacaddeler duz ve genis hale getiriliyor. 

Tabii bunlar yeterli olmayinca Aksaray ve Hocapasa yanginlari imdatlarina yetisiyor, yollar genisletiliyor. Ama hala bati sehirlerine benzemek kolay degil, 1933'te Avrupa'dan 3 adam getiriyorlar "benim sehrime don bicmeleri" icin diyor Sadettin Hoca...

.........

Belki de karamsar oldugumdan, su an icin bana utopik gelse de Sadettin hoca'nin onerileri soyle:

-Butun cevre yollari sehrin disina alinmali, gokdelenler de tabii bunlarla birlikte (ki gokdelenleri edepsizlik olarak nitelendiriyor)
-Evler en fazla 2 katli olmali, gokyuzuyle temasimiz kesildi. Kitabullah da diyor gokyuzune bakin diye, gokyuzune bakip tefekkur etmeyi unuttuk.
-Sehir tasavvuru gonul isi, bu toplum eger kendi varligina, kimligine yeniden kavusmak istiyorsa onu insa edecek her zaman bulunur, cok ciddi bedeller odenecektir belki ama kitle her zaman liderini arar, bulduktan sonra buna destek olur. ("Biz ne isek ortaya cikan yapi da o" demisti konusmanin basinda da..)

Sadettin hoca konusmasini ne istedigimize yani "Islam medeniyeti icinde kimligimi bulabilir miyim?", "Yoksa carpik, yoz bir kapitalist miyim? (Carpik, cunku gercek kapitalist ciddi bedel oder, bedel odemeden ben kapitalistim demekle olmuyor)" karar vermeliyiz diyerek bitiriyor.

12 Ocak 2013 Cumartesi

ölçüsü bozulmuş kalpler

"Bir kere ölçek çok mühimdir. Bakın serçeler hangi irtifadan uçuyor, kargalar hangi irtifadan uçuyor. Ağaç ne kadar büyüyor, siz bir nefeste kaç adım atabiliyorsunuz. Bunların içinde Allah'ın, tabiatın verdiği bir alt limit, üst limit var. İnsan bu ölçüleri bozabiliyor. 100 katlı, 200 katlı bina yapabiliyor. Bozmayın bu ölçüyü. Şehir yapıyorsanız çok yükselmeyin. Ölçü bozulduğu zaman önce gözün ölçüsü bozulur, sonra kalbin ölçüsü. Şu anda biz ölçüsü bozulmuş kalplerle yaşıyoruz. Kalbin ölçüsünün bozulması hırstır. Haris olursunuz."

Saadeddin Ökten'le yapilmis Agustos 2011 tarihli Yenisafak roportajindan.

http://www.timeturk.com/tr/2011/08/15/okten-ici-bos-bir-dindarlik-yukseliyor.html

Köpük'ten / S. Karakoc


Portakal büyüsüdür yalayan seni beni 
Kentte başlarken gece horozun terk ettiği 
Bir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler ki 
Kırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler ki 
Deniz mi dedin ne denizi 
Ben Kristof Kolomb'un uşağı değilim 
Ben ırmakçıyım denizci değilim 
Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi 
Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi 
Bir kere kente girdin 
Bir kadını al onu yont yont anne olsun 
Her kadın acıma anıtı bir anne olsun 
Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne 
Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle 
Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun 
Ve sonra yıpratılan ne 
Mavi bir alıkonan 
Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadını 
Bu horozlar neyi ürperiyor çocukları mı 
Sabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkte 
Vakit çiçek bozuğu bir akşam terkisi 
Bana ayrılan hangi Arap atının terkisi 
Hangi çadır düşüncesi ve çöl 
Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çöl 
Kadın giyeceklerinin kıvranışı kızılda 
Bir kırmızı biber salgını develer 
Yeter suyun anıtlaşması çelik çelik biatı 

Bir kere kente girdin 
Felçli kadın karyolaya bağlı Haliç 
Engenlik gençkızlık işletmesi karyola ki 
Bekâr bir ölümün fener alayı şöleni 
Azrailin boyuna bülûğa erdiği gerdeği girdiği 
Eleni Eleni karyolada düşünen kadın 
Yalnız ve som karyolada düşünen kadın 
Her erkeği papaz sanıp günah günah olarak çıkartan 
Her gece güneşi ısıran 
Köpekler neyi havlıyor hangi gülü 
Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı 
Bir yumurta ortasında gece yarısı 
Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin 
Ölüm ki tabiatüstü hayatların menaceri 
En yeni buluşu intihardır

Sezai Karakoç