22 Ağustos 2013 Perşembe

öyle bir bönlük ki..

"Bir anlamda hepimiz tuhaf bir mantıki rahatlık içinde, yaşadığımız hayatın bönlüğünü taşıyoruz. Merakla izliyoruz dünyada olan biteni. Dünya basınında yer alan yorumları dikkate alıyoruz. Aldığımız haberler, okuduklarımız, günlük hayatımız içinde karşılaştığımız yorumlar bizi fazlasıyla etkiliyor. Bir şeylere karşı çıkıyor, bir şeyleri sevinçle karşılıyoruz. Umuda kapıldığımız zamanlar oluyor, hayal kırıklığına uğradığımız dönemler geçiriyoruz. Bütün bu meşguliyetimizin bizi tamamiyle tatmin ettiğini göstermesek bile, seyirci locamızın rahatlığına bir çok mazeretler bulup bunlarla yetiniyoruz.

Kendimizi dünya meseleleri karşısında uyanık, bilgili ve cesur hissettiğimiz nisbette bir bönlük içerisine düştüğümüzün farkında değiliz. Çağdaş bilinç sahibi kişiler olarak dünyanın karşı karşıya bulunduğu  belalara karşı duaya sığınmayı, kendimizin hal ve tavrını düzeltmeyi küçük görüyoruz. Buna mukabil aktif, başarılı ve müdaheleci olmayı övgüye değer buluyoruz. Bu yüzden kendimizi komik düşürdüğümüzün farkında olmaksızın mevcudiyetimizi protestoda bulunmaya ehil hissediyoruz. Ama oyunun kuralları değişmeksizin devam ediyor. İçinde bulunduğumuz ruhi ve maddi zaafa rağmen insani vasıflarımıza güvenerek (yani Rahman'ın kuvvetine sığınma tavrını terkederek) dünyevi kuvvetlere karşı gövde gösterisi yapmaya kalkışmamız bizi daha çok çaresizliklere sevkediyor. Sadece maddi ölçülerin sınırları içinde kalarak gösterdiğimiz ruhi yani psikolojik ve sosyal tepki bizleri dönen çarkın dişlileri arasında daha çok sıkıştırıyor. Bize korkunç akıl dışı, vicdana sığmaz görünen olaylar düştüğümüz çaresizlik dolayısıyla bundan böyle bizim de desteğimizi kazanmış oluyor.

Yeryüzünün kirine, günahına, lanetine karşı yapabileceğimiz tek şey şefkate, sevaba, hayra hicret etmekten başka bir şey değildir bana sorarsanız."

İsmet Özel, 1987.

28 Mayıs 2013 Salı

İbn Ataullah el-İskenderî 'den (2)

Kucuk gunahlari basite alman, senin hakkinda en zararli ve korkunc iştir. Cunku cogu kere buyuk gunahlari, gunahtan sayar ve bu nedenle onlardan dolayi tevbe edersin. (s. 20)

Dunyanin sıkıntı ve uzuntulerini dert edinip, ahiretin sıkıntı ve uzuntulerini gozardi eden kimse; kendisini parcalamaya gelen aslanla ilgilenmeyi birakip da, kendini isiran pire ile mucadele eden kimseye benzer. (s. 34)

Sevdigini sadece Allah icin sevene, saf comertlik ve asâlet elbisesi giydirilir. (s. 45)

Bazen giybet ederek, bazen laf tasiyarak, bazen de harama bakarak, Allah'a isyan edersin. Yetmis yilda ancak yaptigini bir nefeste yikiyorsun. (s. 62)

Baskasinin kucuk gunahlarini gorup de kendi buyuk gunahini gormezlikten gelmen, cahillik olarak sana yeter.  (s. 71)

Bir mecliste bulunup da orada Allah'a karsi gunah islemedigin anlar cok azdir. Bu nedenle seleften bazilari camide cemaatle namazi terk edip, evde kilmayi tercih ettiler. Sayet nefsin evden cikmak isterse, onu bir ibadetle mesgul ederek, evde tut. Islam'a gore giybet etmenin gunahi, otuz zina gunahindan siddetlidir. (s. 71)

Allah'a karsi ibadetsiz gununu gecirme. Her gun dirhemin dortte biri kadar da olsa sadaka ver ki, sonunda Allah senin adini sadaka verenlerin yazdigi deftere kaydetsin. 
Her gun bir ayet dahi olsun, Kur'an-i Kerim oku ki, Allah senin adini Kur'an okuyucularini yazdigi deftere yazsin. Geceleri iki rekat dahi olsun, namaz kil ki, Allah seni gecelerini ibadetle gecirenlerle beraber yazsin. (s. 72)

Sana hayret ediyorum! Organlarin haram bakislar, giybet, soz tasima gibi gunahlarin her cesidini islerken kalbinin selamet ve sagligini nasil umabiliyorsun?! (s. 84)

Sayet saglikli iken tevbe etmezsen, Allah yikanan elbisenin kirden arinmasi gibi seni de gunahlarindan arindirincaya kadar hastalik, mesakkat ve uzuntulere sokup, dener. Allah'a kavusuncaya kadar kalbinin aynasini halvet ve zikir ile cilalayip, parlat. Kalbin surekli zikir halinde bulunsun ki, ilahi nurlar sende kendini gostersin. (s. 88)

Hikmet meclislerinde bulundugunda muhalefet ve gaflete girip, cikarsin. "Bu meclislere katilmamin ne faydasi var?!" diye dusunme. Aksine onlara katil. Kirk yildir sende iyice yerlesmis bulunan hastaliklarindan bir saatte ya da bir gunde iyilesecegini mi umuyorsun? Bu, kirk yildir ayni yere dokulen kum gibidir. Bu kumun bir saatte veya bir gunde temizlenmesini bekler misin? Cesitli gunahlari isleyen ve haramlara batan kimse; yedi denizin icine dalsa da Allah'a saglam bir tevbe ile tevbe etmedikce temizlenmesi mumkun olmaz. (s. 88)

Sana pek cok ilahi nur gelir de kalbini varliklarin suretleriyle dolu halde gorunce, geldikleri gibi giderler. Allah'in kalbini marifet ve sirlarla doldurmasini istersen, kalbini buna uygun olmayan her seyden temiz tut. (s. 93)  "

(İbn Ataullah el-İskenderî, Gelin Tacı, Üsküdar Yay.)   

26 Mayıs 2013 Pazar

İbn Ataullah el-İskenderî 'den (1)

"
Ebû Hasan eş-Şâzelî şöyle demiştir: "Sen nefsini namaz ile tart. Şayet nefsin kötülüklerden hoşlanmıyorsa, mutluluğa eriştin demektir. Namaza ayak sürdüğün zaman haline ağla."

Dostuyla buluşmak, görüşmek istemeyen hiç kimse gördün mü? Allah namaz hakkında şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebut, 45)

Allah katındaki değerini ve Allah ile olan durumunu öğrenmek isteyen, kıldığı namaza baksın: Namazı ya sükûnet ve huşuyla ya da gaflet ve aceleyle kılmaktadır. Namazlarını sükûnet ve huşuyla kılmıyorsan, başından aşağı toprak dök. Kuşkusuz misk taşıyan kimseyle birlikte olana elbette ondaki miskin kokusundan bulaşır. Namaz kılmak da manen Allah ile birlikte olmaktır. O'nun ile birlikte olmaktan bir fayda elde edemiyorsan, bu hâl senin kalben hasta olduğunu gösterir. Kalbindeki bu hastalık kibir, bencillik ya da edep dışı bir davranıştır. Zira Allah şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım." (A'râf, 146)   "

(İbn Ataullah el-İskenderî, Gelin Tacı, Üsküdar Yay., s. 37.)                                                                                                    

4 Mayıs 2013 Cumartesi

içimden şu zalim şüpheyi kaldır/ya sen gel ya beni oraya aldır


"Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.

İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden 
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın."

http://www.youtube.com/watch?v=qx32IsJQwRY

10 Şubat 2013 Pazar

Bilginin anlamli hale gelmesi

"(...) Bilgi, yığma malumat seviyesinde kaldigi takdirde insani yormaktan başka işe yaramaz. Bilginin insan icin anlamli hale gelmesi ancak o bilginin yaşama meselesi olarak o insanla baglantili hale gelmesiyle mumkun olur. Yani bir bilgiye sahip olan kisi o bilgi ile hayatinin akışına yön vermeyi basarmissa, dunyasini o bilgiyle kurtarabilmisse o insan tasidigi bilgiyi ozumsemis sayilir. Aksi halde tasidigi bilgi o insan icin sadece yük sayilir. Bilginin insan icin anlamli olmasi, daha dogrusu gercekten bilgi sozune layik olabilmesi ancak ogrenildigi zaman kazanc saglayan ve fakat ogrenilmedigi yahut kaybedildigi zaman insani kayba ugratan ozellikte olmalidir. Sahip olundugu zaman fayda getirmeyen ve elden gidince insani zarara ugratmayan bilgi deger sahibi olmaz."

Surat Asmak Hakkımız / Ismet Özel, s. 56-57

5 Şubat 2013 Salı

Mensubiyet

"Düşünce ile duygunun, akılla gönlün, zevkle sorumluluğun, istekle mecburiyetin birleştiği bir alan mı arıyorsunuz? Belki de aramıyorsunuz. Böyle bir arayış içinde olmadığınız için sürekli olarak şartlardan şikayet ediyorsunuz. Bir şeyler düşünüyor, sonunda düşündüklerinizin duygularınızla eşgüdüm halinde bulunmadığını farkediyorsunuz. Aklınız bir yerde, ama gönlünüz başka bir yerde. Sorumluluğunu hissederek yaptığınız işlerden zevk almıyorsunuz. Zevkinden bir türlü vazgeçemediğiniz şeylere dalma fırsatı karşınıza çıktığında ise içinize bir türlü suçluluk duygusu musallat oluyor. Mecburen yaptıklarınız, isteyerek yaptıklarınız değil. Yapmak istediklerinize mecbur olmadığınızı kabullenerek yaşıyorsunuz. Neden böyle? Neden siz durmaksızın şartların elverişli olmadığından dem vuruyorsunuz? Çünkü siz modern bir insansınız ve her modern insan gibi mensub olduğunuz yerden kopartılıp alındınız. Bu kadarla kalmadı mensub olmanız gereken yer de tahrip edildi. Daha da korkunç bir şey oldu: Mensubiyet bağı kurmak için gerek duyacağınız üyeleriniz yok edildi."

Ve'l-Asr / İsmet Özel, s. 16-17


1 Şubat 2013 Cuma

Huzur ( 2 )

Nuran ve Mümtaz Sümbül Efendi'nin türbesini gezerlerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:

"-Nasıl bir adamdı bu?
-Bunların hepsi manevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş insanlardı. Onun için şahsiyetlerini ölümden ötede bile kabul ettirdiler. Sümbül Sinan öbürlerinden biraz daha başkadır. Evvelâ büyük bir âlimdi. Sonra da şakacı ve hazır cevaptı.

Bir müddet durdu, sonra gülerek ilâve etti:

-Hepsinin bir yığın ince tarafı vardır. Burada yatan adamın, bilir misin Sümbül lakabı nereden gelir? Sarığına mevsiminde sümbül takarmış. İstanbul mevsimlerini sevebilecek kadar bize yakın.

-Ya Merkez Efendi? O nasıldı?
-O büsbütün başka türlü idi. Hatta en muzır hayvanlara bile fenalık edemezdi. Kediyi çok sevdiği hâlde, "Komşumuz fareleri ızrar eder." diye evinde kedi bulundurmamış. Sen bir ruh saltanatının kolay kolay kurulacağına inanır mısın?

Nuran düşünüyordu: "Acaba şimdi böyle adamlar var mı?"

-Ne kurtarıcı düşüncenin, ne de ermenin kapısı kapanmayacağına, Allah'a giden yollar daima açık olduğuna göre, olması lâzım."

Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar, s.203.

31 Ocak 2013 Perşembe

Huzur ( 1 )

İhsan, Suat'a:

"(...) Mesele, okuduklarımızın bizi bir yere götürmemesinde. Kendimizi okuduğumuz zaman hayatın hâşiyesinde dolaştığımızı biliyoruz. Garplı, bizi, ancak dünya vatandaşı olduğumuzu hatırladığımız zaman tatmin ediyor. Hülasa, çoğumuz seyahat eder gibi, benliğimizden kaçar gibi okuyoruz. Mesele burada. Halbuki kendimize mahsus yeni bir hayat şekli yaratmak devrindeyiz..."

Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar, s.97-98

A'mâk-ı Hayâl'den ( 1 )


"(...) İstersen konuşalım. Yalnız sözden ne çıkar! Kimbilir şimdiye kadar kaç hayvan yükü kitap okudun. Ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanların bilgisi nedir? Bencillik ve zevklerinin ihtiyacı olan san'atlara ait şeylerdir. Lakin hak ve hakikata dair ne bilirler? Hiç! Akla ait denklem ile hakkı itiraf mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harf dizisi ile felsefenin esası bilinir mi?"

A'mâk-ı Hayâl / Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, S. 30

28 Ocak 2013 Pazartesi

Serbest Mâi / Zeynep Arkan

Gelsin 72 millet aynı bahçede toplaşalım 72 illetle
Tanışmadan sırt sırta vererek bir kuyrukta sabahın ayazında
Baş başa kaldık mı tomografi çekilelim bugünün hatırasına
İsteyen çeyizine koyar boy boy asetatlar çerçevesiz
İsteyen camdan atsın hastaneler temiz kalsın
Sen gel de içime bak, bak yine temiz çıktı!

“Doktor bey nedir acaba batındaki o çıkıntı?”
-Bu bir serbest mâi, hayatınızın merkezi
Siz de bir dünyasınız, üçte ikiniz suyla vaki…

Al onu aşk koy adını ya da küfürü bas
Kapkara bir isyanı savur, gökler feleğini şaşsın
Bekle ki gelsin bembeyaz elbiseyle Şifa Hatun
Öleceksin şimdi değilse bile belki yarın
O halde korkman boşa ertele ve unutmaya çabala
İçinde aksın tüm dünyanın ırmağı, sen kurumayı bekle
Lakin sakın bekleme kesildi artık o nida
Gelip aşk kurtardı mı seni, hangi şair o meşhur merakıyla
Kim kim kim sardı seni “yorulmadım” diyerek
Gizlice ağladın, seslice güldün ne değişir
Bağır çağır yine serbest değilsin içindeki su kadar.
Toplanmış başına bir dünya, acımaklar derdine
“Ölüm bizim için ama seni alsın mümkünse”
Bu bakışlar silinsin, içerde bir serbestlik düşüyor ve düşüyor
Büyüyor içerde kaldıkça su, haykır sesin büyüsün
Seni korkutacaklar ve sonra göreceksin
Görmesen bile düşün, kendi şansını kullan
Yürüyemez, oturamaz ve uyuyamazsın
Hamile de değilsin, hiçbir kuzuyu bir oturuşta…
Yemedin ama huzursuzluğun tam bir litre
İçmedin hiç karnını doldurarak bir şarabı bir dikişte.

Sağa dönsen sağda, sola dönsen keza
Hele bir yürü de gör, gel de dik dur bakalım
Uyudun mu sıçramadan bir gece
İçinden çıkmak istemeyen bir şeyle
Ama ne sana ait ne de geleceğine.

Yaşamak bu korkuyla, bu aşkla bitecek ve senin
Sonun olmayacak bu serbestlik bu mâi
Gül geç, sıhhatin gafletiyle geçen ömürdür zayi. 

(Hece, Eylül 2011)

13 Ocak 2013 Pazar

Biz ne isek ortaya cikan yapi da o


Bugun Koprulu Mehmet Pasa Medresesi'nde "Istanbul uzerinden bir medeniyet tahlili" baslikli konusmasiyla Sadettin Okten'i dinleme firsati buldum. Malum, hafiza-i beser nisyan ile malul, bu yuzden ben aklimda kalanlari (aldigim kucuk notlardan da faydalanarak) buraya not dusmek istedim.

Sadettin Hoca, medeniyet tasavvuruyla basladigi konusmasini, Grek Istanbulunu (330 oncesi), Roma Istanbulunu (330-1453), Osmanli Istanbulunu (1453-1839), ve bugunku Istanbul'u (1839-2013) sehirlerin bicimsel yonlerini ve medeniyet algilarini ele alarak anlatti.

Oncelikle medeniyet tasavurrunun ya vahye (yani din) ya da akla (yani felsefi yaklasimlar) dayandigindan bahsetti. Ve aslinda butun eylemlerimizin medeniyet tasavurrumuza gore sekillendiginden de. Zaman, mekan ve esyadan ortaya cikan maddi seylerde degerler butunu oldugu icin biz ne isek ortaya cikan yapinin da o oldugunu ve hakli olarak bu yuzden hic sikayet etmeye hakkimiz olmadigini soyledi. Yapilarin aslinda birer simge olusu ve bu yapilarin nispetli ya da nispetsiz olusunun gercekten muhim olusuna degindi. (Kompozisyon eger icimizdeki dunyayla uyusuyorsa buna nispetli, uyusmuyorsa da nispetsiz deniliyormus.)

Atik Valide kulliyesi ornegi gercekten etkileyiciydi. Dedigine gore, eski mimarlar, muhendisler malzemeye hurmet ederlermis, malzemenin de zikrettigine inanip, malzemenin tasiyabileceginden fazlasini yuklemezlermis. Atik Valide Kulliyesi'ne simdiki mimarlar girse "burasi en az 2-3 katli olsun ki daha cok ogrenci alsin, altinda da otopark olsun" derler, ilim merkezi degil, islevsellik ugruna afakanlarin bastigi bi yer olurdu dedi. Simgesellik  vs. islevsellik burada devreye giriyor, kulturel yonu olan butun buyuk metropollerde ki sonradan kurulan maket sehir olan Newyork bile buna dahil, simgeselligin olmasi gerektigi gibi islevselligin onunde oldugunu vurguladi.

 ............

Ve Istanbul..  

Roma 2. asirda Istanbul'a geldigi zaman sehre fazla dokunmuyor, kendi medeniyetinde var olan hipodrom ve forumlari kuruyor. Roma imp. rasyonel bir medeniyet tasavvuruna sahip, geometriye cok onem veriyor, perspektifi cok seviyor. Buna ek olarak antik kulturlerde meydanlar cok onemli oldugu icin Roma'da da gecerli bu. Buralar halkin egitildigi yerler oldugu gibi, devlet kendi gucunu, ihtisamini gostermek icin de meydanlari kullaniyor ve bunlari halka empoze ediyor. 

6. yy.da buyuk Justinyen Ayasofya'yi insa ettiriyor. Artik 3 ayak var; dikili taslar, Ayasofya ve krallarin saraylari. Bizans'a dogru gecerken farkli kilise modelleri ortaya cikiyor, ve sehrin icinde 400 000'e (sayiyi sallamis olabilirim) yakin manastir var. Ciddi mistik bir ortodoks sehrinden bahsediyoruz.

11. yy.da artik durum kotulesmeye basliyor ve buyuk saraya pek bakamiyorlar, ama Ayasofya'ya her zaman bakiliyor. Bir tercih soz konusu imparator kendi sarayi yerine Ayasofya'ya onem veriyor. Yani Osmanli'dan once bir Hristiyan medeniyeti var.

Sehir dokusuna bakinca ana yollar duz ve genis, arka sokaklar ise girift, daracik, mahzenler var. Yollarin iki tarafinda 2-3 katli, pencerelerinde demirler olan evler var. (Eski sehri korumayi basardiklari icin Italya'da hala boyle sokaklar varmis)

Osmanli'ya gelince yani 1453'e..

Osmanli'nin amaci, halkin muslumanligi, islami kolayca yasayabilecegi bir sehir insa etmek. Sehir kurulurken, Istanbul'a yani bugunku adiyla tarihi yarimada'ya 10 tane kulliye yapiliyor, bunlar Roma'daki forumlarin oldugu yerlere yapiliyor, kalkip Halic kenarina yapmiyorlar kulliyeleri, birebir tekabul var, yani yine simge onemli. Osmanli her zaman Ayasofya'yi kendine emanet edilen bir deger olarak goruyor ve onu koruyor.

Osmanli'da mahalle dokusu, sehir dokusu degisiyor. O zamanlarda mahallelerde saygi duyulan buyukler var, bu da peygamber zamani ornek alindigi icin, peygamber var, sahabe var, tabiun var. Islamiyette ticarete cok vurgu yapildigi icin Bizans ve Roma'da olmayan kapalicarsi Osmanli'da karsimiza cikiyor. Sehirlerin olmazsa olmazlari; kapali carsi ve Ulu Cami (Cuma camii de deniliyor). Mahallelerin olmazsa olmazlari ise bir kucuk mescid, tekke, hayrat cesme ve bir cinar agaci. Cinar agaci Osmanli medeniyet tasavvurunda cok onemli. Cinar agacini merkezine alarak bunun etrafinda mahalleler kuruluyor.

Osmanli'da tanzimata kadar, siyasal erk - Topkapi Sarayi, dini erk - Ayasofya veya Suleymaniye, ve kapali carsi medeniyet tasavvurundaki kilit noktalar.


Tanzimattan sonra ise sehrin kullanim gayesi degisiyor, cunku artik amac bati'ya benzemek, dolayisiyla Avrupa sehirlerine benzeyen sehirler kurmak. Devlet ricali hayati akilla aciklayabilirim, rasyonel bir sehir kurabilirim diyor. Boylece cikmaz sokaklar kaldiriliyor, anacaddeler duz ve genis hale getiriliyor. 

Tabii bunlar yeterli olmayinca Aksaray ve Hocapasa yanginlari imdatlarina yetisiyor, yollar genisletiliyor. Ama hala bati sehirlerine benzemek kolay degil, 1933'te Avrupa'dan 3 adam getiriyorlar "benim sehrime don bicmeleri" icin diyor Sadettin Hoca...

.........

Belki de karamsar oldugumdan, su an icin bana utopik gelse de Sadettin hoca'nin onerileri soyle:

-Butun cevre yollari sehrin disina alinmali, gokdelenler de tabii bunlarla birlikte (ki gokdelenleri edepsizlik olarak nitelendiriyor)
-Evler en fazla 2 katli olmali, gokyuzuyle temasimiz kesildi. Kitabullah da diyor gokyuzune bakin diye, gokyuzune bakip tefekkur etmeyi unuttuk.
-Sehir tasavvuru gonul isi, bu toplum eger kendi varligina, kimligine yeniden kavusmak istiyorsa onu insa edecek her zaman bulunur, cok ciddi bedeller odenecektir belki ama kitle her zaman liderini arar, bulduktan sonra buna destek olur. ("Biz ne isek ortaya cikan yapi da o" demisti konusmanin basinda da..)

Sadettin hoca konusmasini ne istedigimize yani "Islam medeniyeti icinde kimligimi bulabilir miyim?", "Yoksa carpik, yoz bir kapitalist miyim? (Carpik, cunku gercek kapitalist ciddi bedel oder, bedel odemeden ben kapitalistim demekle olmuyor)" karar vermeliyiz diyerek bitiriyor.

12 Ocak 2013 Cumartesi

ölçüsü bozulmuş kalpler

"Bir kere ölçek çok mühimdir. Bakın serçeler hangi irtifadan uçuyor, kargalar hangi irtifadan uçuyor. Ağaç ne kadar büyüyor, siz bir nefeste kaç adım atabiliyorsunuz. Bunların içinde Allah'ın, tabiatın verdiği bir alt limit, üst limit var. İnsan bu ölçüleri bozabiliyor. 100 katlı, 200 katlı bina yapabiliyor. Bozmayın bu ölçüyü. Şehir yapıyorsanız çok yükselmeyin. Ölçü bozulduğu zaman önce gözün ölçüsü bozulur, sonra kalbin ölçüsü. Şu anda biz ölçüsü bozulmuş kalplerle yaşıyoruz. Kalbin ölçüsünün bozulması hırstır. Haris olursunuz."

Saadeddin Ökten'le yapilmis Agustos 2011 tarihli Yenisafak roportajindan.

http://www.timeturk.com/tr/2011/08/15/okten-ici-bos-bir-dindarlik-yukseliyor.html

Köpük'ten / S. Karakoc


Portakal büyüsüdür yalayan seni beni 
Kentte başlarken gece horozun terk ettiği 
Bir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler ki 
Kırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler ki 
Deniz mi dedin ne denizi 
Ben Kristof Kolomb'un uşağı değilim 
Ben ırmakçıyım denizci değilim 
Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi 
Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi 
Bir kere kente girdin 
Bir kadını al onu yont yont anne olsun 
Her kadın acıma anıtı bir anne olsun 
Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne 
Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle 
Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun 
Ve sonra yıpratılan ne 
Mavi bir alıkonan 
Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadını 
Bu horozlar neyi ürperiyor çocukları mı 
Sabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkte 
Vakit çiçek bozuğu bir akşam terkisi 
Bana ayrılan hangi Arap atının terkisi 
Hangi çadır düşüncesi ve çöl 
Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çöl 
Kadın giyeceklerinin kıvranışı kızılda 
Bir kırmızı biber salgını develer 
Yeter suyun anıtlaşması çelik çelik biatı 

Bir kere kente girdin 
Felçli kadın karyolaya bağlı Haliç 
Engenlik gençkızlık işletmesi karyola ki 
Bekâr bir ölümün fener alayı şöleni 
Azrailin boyuna bülûğa erdiği gerdeği girdiği 
Eleni Eleni karyolada düşünen kadın 
Yalnız ve som karyolada düşünen kadın 
Her erkeği papaz sanıp günah günah olarak çıkartan 
Her gece güneşi ısıran 
Köpekler neyi havlıyor hangi gülü 
Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı 
Bir yumurta ortasında gece yarısı 
Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin 
Ölüm ki tabiatüstü hayatların menaceri 
En yeni buluşu intihardır

Sezai Karakoç