17 Aralık 2011 Cumartesi

Artvinli Halil Kaptan (nami diger sir Arthur Compton)

3 yil once yillardir calismayan compton deney duzenegini calistirmam soylendiginde, oradaki radyoaktif maddelerle oynarken sonumun madam curie gibi olacagindan fena tirsip saglam sacmalamisim. bu sacmalamam bosa gitsin istemedim. (aslinda az biraz eylenceli bile sayilabilir.)

15 kasim 2008

1927 yılında fizik nobel ödülüne layık görülen artvinli halil kaptan, baba tarafından erzurumlu, anne tarafından ise boşnak göçmenidir. artvinli halil kaptan'ın özel eşyalarının ve deney çalışmalarının sergilendiği salonda, gözlerden uzak köşedeki cam fanusun içinde bulunan deri kaplı defter, bilim adamının özel hayatına dair bilinmeyenleri gün ışığına çıkarmasının yanısıra, bilim tarihçileri için de eşşiz bir kaynak olarak görüldü.
bilinmeyen yönleriyle halil kaptan, meryem ve piyer curie çiftininin anlatıldıgı 43. ve 72. sayfalar arası gerek göz yaşlarının mürekkebi dağıtmasından dolayı gerekse de aradaki eksik sayfalar olması sebebiyle çözümleyebildiğimiz kadarıyla şu şekildeydi:
"yıllar önceydi, çok da güzeldi, bir fizik labında başladı her şey.. yan komşumuz meryem curie bir gün elinde bir kase tarhana çorbası ve bir metal kutu içinde garip bir maddeyle çıkageldi. o sıralar bizim hatunla aram biraz açık oldugunu bildiği için ben deneyimi yaparken aç kalmamayım diye düşünmüş, kocası piyer'i evde yalnız bırakmak pahasına gelmişti. melek gibi bir kadındı meryem, ama keşke mutfak konularında da kimyasallarda oldugu kadar başarılı olabilseydi.. tarhana çorbasından bir kaşık aldım, tadı kötüydü ama çaktırmadan içmeye devam ettim, meryem'i üzmek en son isteyeceğim şeydi. sonra niyeyse aklıma o metal kutuyu sormak geldi. biraz tereddüt etti, heycanlandı.. ne diyeceğini bilemez haldeydi. "istemiyorsan söylemek zorunda değilsin" diyerek konuyu değiştirmek amacıyla yapmaya çalıştığım deneye getirdim, o sıralar gama ışınıyla ugrasiyordum, ve bu gama ışını kullanarak fotonun ne gibi özelliklerinin oldugunu anlamaya çalışıyordum. ışığın dalga özelliğini biliyorduk o zamanlar araştırdıgımız konu ışık sadece bir dalga mıydı? yoksa bizimle dalga mı geçiyordu? bir türlü karar veremiyorduk,, bu fotonu bir elektronla çarpıştırma aşamasındaydık (compton scattering), ilginç şekilde fotonun dalga boyu değişiyordu. ama asıl ilginç olan tabi ki bu değildi; bu çarpışmadan sonra enerji ve momentumun korunuyor olmasıydı..
ben bunları anlatırken meryem'in kafasının tamamıyla başka yerde oldugunu sezdim. tam da ona gama ışını kaynağı olarak bize verdiği radyoaktif madde için teşekkür edecektim ki, ikide bir getirdiği metal kutuya bakıp durması dikkatimi çekti. sonra birden "halil kaptan, ben yeni bişey buldum ve bunu henüz piyer bilmiyor" dedi. o anda bana ne kadar değer verdiğini anladım, kocasından bile gizlediği şeyi gelip bana anlatmıştı. mutlu olmuştum, gurur duymuştum., nerden bilebilirdim o maddenin meryem'i bizden alacağını, bilseydim izin verir miydim, yaklaştırır mıydım yanına.. gayet cool bir şekilde, "evet meryem, dinliyorum seni" dedim. meryem hızlıca özet geçti ve bu maddenin isim babasının benim olmamı istediğini söyledi. şaşkın şaşkın suratına baktım, eski platonik aşkım yoksa aşkıma karşılık mı veriyordu? anlamış mıydı onu delicesine sevdiğimi? "hayır bunu anlaması imkansız" diye düşündüm.. ona olan aşkımdan haberi yoktu; çünkü, ona "seni seviyorum" demem, "sen de beni sev" anlamına gelmeyecek miydi? "bencillikten başka birşey değil bu" diye düşünerek bu sırrı kendimle birlikte mezara götürmeye karar vermiştim. heyhat ki piyerle iş arkadası olmam nedeniyle, meryem'le onu tanıştıran da bendim.. artık olan olmuştu kendime verdiğim sözü hayatım boyunca unutmadım ve ona en küçük bir rahatsızlık bile vermemek için meryem'e hep dostça yaklaştım...
-          -    -
"radyum" kelimesi dökülüverdi dudaklarımdan. "evet evet radyum olsun bu maddenin adı" diye devam ettim ve meryem hiç itiraz etmeden kabul etti. radyum'u seçmemin elbette bir sebebi vardı. kimyacılar bayılırdı kısaltmalarla elementleri anlatmaya, mesela 1a grubu elementleri akılda tutmak için için "haydarpasa lisesinin nankör kimyacısı rabianın cesedini fırlattı" diyen onlar değil miydi? radyum'un bu cümleyi oluşturan elementlerden farklı, her gece başımı yastığa koymadan ettiğim duanın baş harflerinden oluşuyor olmasıydı; "rabbim adını duymayayım, yaşlanmadan unutayım meryemimi" cümlesini oluşturan kelimelerin baş harfleriydi, garibim meryem nerden bilsin bunu, tabi ki bundan ona hiçbir zaman bahsetmedim, bahsedemedim..                                                   
  (marie-pierre curie)
birkaç yıl sonra piyer'in işi nedeniyle meryem ve piyer, piyer'in memleketi olan fransaya döndüler, ve gitmelerinden sadece 1 yıl sonra piyer mektubunda meryem'i kaybettiğimizi, ve meryem'in çalışmalarına kaldıgı yerden devam edeceğini anlatıyordu.. radyum sebep olmuş dediler meryem'in aramızdan ayrılmasına, oysa durum çok farklıydı...

16 kasim 2008

günlük şöyle devam ediyordu:
"meryem'in acı haberini öğrendiğim günlerde bütün çalışmalarıma boş vermiştim, oysa kuantum fiziği ile ilgili çalışmalar hız kazanmış, her gecen gün yeni şeyler ortaya çıkıyordu. ilk başta çoğu inandırıcı gelmese de, deneysel çalışmalar ile doğruluğu kanıtlanınca şaşkınlığımız artıyordu, aynştayn abi'nin de dediği gibi yaşamak için olağanüstü yıllardı.. plank sabitim sabitim türküsünü tuttururken, almanyalı hasanberk de konumunu bildiğimiz bir cismin momentumunu bilemeyiz diyordu. ya kafayı kedisiyle bozmuş şöridingil'e ne demeliydi. dalga fonksiyonu diye bi'şey tuttumuş gidiyordu. bilim dünyasında bütün bunlar yaşanırken bir gün "madam anna de brogley" diye birinden bir mektup aldım. mektubunda şöyle diyordu;

"sevgili halil kaptan,
bu mektubu size yazıp yazmama konusunda çok kararsız kalsam da meryem'in en yakın arkadası olarak bilmeniz gereken bir takım şeylerin oldugunu düşündüm.
sizi ismen uzun yıllardır tanıyorum, meryem bana yazdıgı mektuplarda hep hayranlıkla bahsederdi sizden. sonra fransa'ya geldiklerinde de bana hep sizi ve çalışmalarınızı anlattı. biliyorsunuz malesef meryem fransa'ya geldikten sadece 1 yıl sonra aramızdan ayrıldı, bu 1 yılı piyer'e 10 yıl gibi yaşatmış hayatı ona zehir etmişti..
"diş macununu ortasından sıkma diye kaç defa söyleyeceğim sana piyer", "şu nutella'yı buzdolabına koymayacaksın demedim mi sana, sonra donuyor tadı kalmıyor", "nitrojen kokusundan da nh3 çözeltilerinden de bıktım artık", vb. şeklinde devam eden söylenmeler piyer'i canından bezdirmişti. piyer bunları meryem'in ülkesinden, insanlarından uzak kalmasına bağlasa da ne yapacağını bilemez haldeydi. bir türlü memnun edemiyordu karısını. üstüne bir de erken menapoza girmesi eklenince büsbütün çekilmez olmuştu meryem. fransa'ya dönmekle hata mı yaptık acep diye düşünse de, akademik kariyerlerinde ilerleme kaydedebilmeleri için bir avrupa ülkesinde bulunmaları şarttı, "nobel var işin ucunda boru mu bu" diye dert yanmıştı bir gün bana da..
oysa bilmiyordu hiçbir şeyden haberi yoktu zavallı piyer'in; meryem size aşıktı, hem de delicesine. piyer'i hayatı zehir etmesinin tek sebebi buydu. meryem size olan hayranlığının piyer tarafından farkedildiğini düşünüyordu. meryem'in gizemli ölümünün bütün bunlarla bir alakası olabilir mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum ve bunları siz de bilin istedim...
selametle, yengeye selamlar.
madam anna de brogley"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder