5 Aralık 2011 Pazartesi

masumiyet müzesi

bayram tatili için yola çıkacağım için yolda okumalık aklımda birkaç kitap varken onları bulamayıp "ne alsam, ne alsam" diye düşünürken, gözüme çarptığı için o anda almaya karar verip -3,4 gün içinde okuduğum- akıcı bir orhan pamuk romanı. çok fazla reklamı yapıldıgından mıdır, ya da sözlükte gördüğüm kitabın 2. cümlesi gibi eleştirilerden midir bilmem beklentilerim çok yüksek değildi açıkçası, ama okuduktan sonra çok muhteşem bir kitap diyemesem de kötü bir kitap olduğunu söylemek de haksızlık olur.

roman, 70'li 80'li yılların türkiye'sinde geçiyor. romanın ana konusu takıntılı bir aşk ta olsa bu aşkın gerisindeki o yılların istanbul'unu anlatması bakımından da önemli. nedir bu geri plandakiler; peyami safa'nın fatih-harbiye'si ya da ahmet hamdi tanpınar romanlarından alışık oldugumuz modernleşme ve özentilik arasındaki gitgellerimiz, ne tam batılı ne de doğulu gibi davrandığımız (özellikle bunun üstüne basılıyor; roman kahramanlarının bazılarının kılık kıyafet olarak tam bir batılı gibi görünse de, hatta batı'da eğitimini tamamlamış olsa da kafa yapısı olarak hala "elalem ne der" diye düşünmekten öteye gidememeleri) şehirlilerin taşralıları küçümsemesi - daha doğrusu sonradan bir şekilde zengin olup anadolu'dan gelenlerin istanbul sosyetesine karışmalarını sindirememeleri, ve yine modernleşme çerçevesinde bazı tabulara olan yaklaşım; bekaret vs., türkiye'de her 10 yılda bir yapılan ihtilaller, sokağa çıkma yasakları, özgürlükler...

özgürlüklerle ilgili, roman kahramanınlarından birinin o yıllardaki sinemalardaki sansür kurulundan bahsederkenki şu cümlesi günümüzde de ne kadar özgür oldugumuzu göstermesi açısından dikkate değer:

"hayal hayati'ye göre islamiyet, atatürk, türk ordusu, din adamları, cumhurbaşkanı, kürtler, ermeniler, yahudiler ve rumlar hakkında hoşa gitmeyecek yorumların ve edepsiz aşk sahnelerinin dışında, türkiye'deki sinema aslında özgürdü. (s.368)" [günümüzdeki özgürlüklerle ilgili ilk akla gelen örnek için: (ara: youtube* engellenmesi*)]

bunlar dışında aslında bir aşk romanı demiştik; romanın kahramanı aşkını "eşya"larla anlatıyor bize, ki masumiyet müzesi fikri de bu eşyalardan ortaya çıkıyor; "çinliler eşyaların ruhu olduguna inanırlarmış" (s.422) derken nasıl bir yerde bir müzik duydugumuzda o müziği daha önceden dinlediğimizdeki yaşanmışlıklar aklımıza geliyorsa, aynı şekilde eşyaların da o yaşanmışlıkları hatırlatacağını üstüne basa basa gösteriyor. öyle ki bu eşyaların her biri tek tek bir "an"a tekabul etmekte (4213 izmarit, 1593 akşam yemeği gibi) ve aristo'nun dediği bunları birleştiren çizginin de "zaman" oldugunu fark etmek kimi zaman can acıtıcı olabilmekte. işte roman da roman kahramanının bu gerçeği idrak etmesiyle; yani "eğer anları birleştiren çizgi zamanı oluşturuyorsa, eşyaları birleştiren çizgi neden bir hikayeyi oluşturmasın" demesiyle ortaya çıkıyor.

(09.12.2008 21:08)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder