5 Aralık 2011 Pazartesi

saatleri ayarlama enstitüsü



bazı kitapların okunması için belirli bir zamanı olduğuna ciddi ciddi inanıyorum. yani o kitabı kendi yeri ve zamanında okuyunca kişiye ifade edeceği anlam da ona göre değişiyor. "saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insan, yani zaman ve mekan, insanla mevcut" değil miydi zaten? saatleri ayarlama enstitüsü'nü lise yıllarımdayken okuduğumda, öylece "güzel roman" demiş olma ihtimalim yüksek. ama sonradan tekrar elime aldığımda ise hasta siempre diyorum, tanpınar'ın o nerdeyse altı çizilecek her cümlesine hayran kalmamak mümkün değil. romanın temel konusu toplum olarak modernleşme sürecine adapte oluşumuz! olmasına rağmen (daha sonrasında yazılmış olsa da) feci şekilde tutunamayanlar tadı aldım ben. nasıl tutunamayanlar'da turgut özbenliği'ni selim'in ışığında arıyorsa (bkz: tutunamayanlar/#5766979), saatleri ayarlama enstitüsü'nde de hayri irdal, halit ayarcı'nın ayarlarıyla (yani onun ışığında diyebiliriz) modernleşme sürecini bir arafta kalan, bir tutunamayan olarak irdeleyen kişi olarak karşımıza çıkıyor.

hayri irdal, bütün arafta kalanlarda olduğu gibi mutlu olmayı bir türlü başaramayan bir insan, bütün sıkıntılarından kurtulmuş olsa bile kendi kendine yeni dertler üretenlerden. kızının da dediği gibi kabahati üzerine yüklenen insanlardan olmuş hep. idealist, realiteyi göremeyen, hala eskide yaşayan bir adam. eskiye özlemi hep mevcut, ama yeniyi bırakmak da bir türlü işine gelmiyor. yani ne bir lokma bir hırkaya yanaşıyor, ne de fazilet/huzur gibi özellikleri barındırmaktan aciz olan yeni hayatını içine sindirebiliyor. aslında tıpkı çoğu insan gibi o da yeniliği kendisine ucu dokunmamak şartıyla seviyor.

halit ayarcı ise modernleşme olayını bütün kalbiyle inanan, her haliyle kabul eden ve de soyadıyla müsemma olarak ayarlarıyla dengeyi sağlayan, sağlamaya çalışan biri olarak karşımıza çıkıyor. toplumun ne istediğini çok iyi biliyor ve ona göre davranmasını da, yani etik olup olmaması çok umrunda değil. kitleler bunu istiyor, o zaman kitleleri bunu verelim mantığı hakim biraz biraz. ama başta da dediğim gibi buna kendisi de inanıyor, yani inanmadığı bir şeye kalkışmıyor. en basitinden hayri irdal'in sürekli irdelediği her olayda olduğu gibi, bir türlü kabul etmek istemediği baldızının iğrenç sesi üzerine yorumu bile bize bunu gösteriyor: "çirkin, diyorsunuz, binaenaleyh bugünün telakkilerine göre sempatik demektir. sesi kötü diyorsunuz, şu hâlde dokunaklı ve bazı havalara elverişli demektir. kabiliyetsiz diyorsunuz, o hâlde muhakkak orjinaldir."

tanpınar bu iki kişi ve onların çevresini anlatıyor göründüğü bu romanında o zamanların topluluk halinde rüya gören türkiye'sinin de aslında minik, trajikomik bir tasvirini yapmış bize. tabii bu tasvirleri yaparken o müthiş edebî yönünü görmezden gelmek çok büyük haksızlık olur. romanda geçen alelade bir adamın sesini tasvir ederken kullandığı şu cümleler bile kendine hayran bırakmak için yeterli: "ses diye işte buna derlerdi. bu halit ayarcı'nınkinin de üstünde, daha marifetli, daha kudretli, yüzlerce mâna ile zengin bir şeydi. hem iltifat ediyor, hem geriye alıyor, kucaklıyor, itiyor, üstüne çıkıyor, yan yana, kol kola yürüyordu." veya romanın kahramanının okul hayatının geçtiği yılları anlatırken yaptığı okul tasviri: "mektep, gençlik için daima ehemmiyetlidir. her şeyden sarfınazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan "ne olacağım" sualini geciktirir. bırakın ki vaktinde yetişir, sonuna kadar sabreder, aktarmaları tam zamanında yaparsanız, içindekini behemehal bir yere götüren trenlere benzer." en basitinden bu cümleyi okuduğumda sadece kendi hayatımda bile "ne olacağım" sorusunu üniversite son sınıfa hatta daha sonrasına erteleyen bir sürü insan tanıdığımı farkediyorum, en başta kendim de buna dahil olmak üzere...

gece gece daha fazla uzatmayayım her tanpınar'la ilgili yazdığım entryde olduğu gibi bu sefer de geleneği bozmayarak; okuyunuz, okutturunuz efendim diyorum ve kitabın hemen girişindeki izzet molla'dan alıntı cümlelerle bu enrtyi noktalıyorum.


bihakk-ı hazret-i mecnun izâle eyleye hak
serimde derd-i hıredden biraz eser kaldı**


**kafamda akıl derdinden biraz eser kaldı, onu da hazreti mecnunun yüzü suyu hürmetine allah yoketsin (bkz: #13033805)


(10.03.2010)

1 yorum:

  1. Çok teşekkür ederim
    https://islamguzelahlaktir.blogspot.com/

    YanıtlaSil